Blog Arşivi

12 Mayıs 2015 Salı

Yakamoz Koyu


Kızılca Ağa yorgun gözlerini denizin karanlığından kaldırmadan pruva direğinin dibinde dikilmeye devam ediyordu. Şişmiş ayakları ıslak güverte tahtalarıyla adeta bütünleşmiş, bütün vücudunu saran ağrıların ana kaynakları olduklarını hatırlatırcasına zonkluyorlardı.

"Ha gayret!" diye mırıldandı.

Kimse duymadı sözlerini ama Muharrem anladı. Muharrem kısa boylu, cılız denebilecek bir adamdı. neredeyse elli yaşında vardı. Adını duyan herkes Muharrem ayında doğup doğmadığını sorardı "Hayır." derdi Muharrem "Ramazan ayında doğmuşum ben." ve gülümserdi. Adının neden Ramazan değil de Muharrem olduğunu merak edenlere de sadece gülümsemekle yetinirdi.

"Aha bak kendi kendine söyleniyor Ağan. Hepten kafayı üşütmesine az kaldı. Şu gemiyi bir demirleyelim bir daha şeytan görsün yüzünü zaten. Onun da, bu döküntünün de, Kaptan Paşasının da Allah belasını versin." Yavaş yavaş sözlerin geldiği tarafa döndü Muharrem yüzünde her zaman ki gülümsemesi vardı ama gözleri farklıydı.

Yunus yiyen İshak, Muharrem'in gözlerindeki parıltıyı gördüğünde içini kaplayan korkuyla bir adım geri attı. Bu ufak tefek yaşlı adam kim bilir hangi şeytani cesaretle yavaş yavaş ona doğru gelirken bir yandan da elini yırtık mintanından içeri sokarak bir şeyler arıyordu.

Bir an sonra Muharrem'in elinde beliren eğri hançer değildi İshak'ı korkutan.

"Bakma ulan bana öyle deli gözlerinle. Elindekini de seni de şimdi denizin dibine yollarım." Sesi tüm güverteyi inleten İshak, merakla etraflarını saran  tayfanın içindeki itibarını kaybetmeyi göze alamazdı. Muharrem'in içine ateş salan bakışlarına aldırmadan kuşağından çektiği saldırmayla ileri atıldı. Kaldırdığı eli bir an havada kaldı, mehtabın ışığı çeliğin üzerinden akarken bileğinde kenetlenen pençenin verdiği ızdırab dizlerinin çözülmesine sebep olmuştu.

İshak önce saldırmanın elinden kurtulup yere düşmesini seyretti sonra da nereden geldiğini anlamadığı tokadın etkisiyle savruldu. Bir an kendinden geçip gözlerini açtığında karşısında kaptan paşanın iki metrelik zencisi duruyordu.

"Kaptan babaya bela okudun İshak. Bu iyi değil. Üç gündür uluyorsun, kendi başını yeme zamanın çoktan gelmişti zaten"

İshak yalvarmak için ağzını açtı ama merhamet dilenecek sözler dilinden bir türlü dökülmedi. kendine çevrilmiş onca gözün karşısında biraz sonra kemiklerini un ufak edecek şu devden aman dileyemezdi. Ağzından ve burnundan akan kanları gömleğinin yeniyle silip tükürdü.

"Gel bakalım kara köpek! Şu uyuz iti şimdilik elimden aldın ama seni balıklara yem ettikten sonra onu da ardından yollarım." dizleri titreyerek ayağa kalkarken, devasa kara pençelerin kafatasını parçalamak için üzerine geldiğini gördü.

"YETER ULAN ETTİĞİNİZ GÜRÜLTÜ!" Kızılca Ağa'nın sesi gök gürültüsü gibi patladı akşamın karanlığında. "Sizin yerinize şu gemiye yirmi avrat koysam hem daha çok çalışır hem de daha az gürültü yaparlardı. Hemen işlerinizin başına yoksa falakayı kurdururum ortaya."

Tayfa biranda dağıldı ve herkes işinin başına koştu. Yunus yiyen İshak gözlerindeki kinle önce iri yarı zenciye sonra da Muharreme bakarak baş altına inen merdivende kayboldu. Kaptan Paşa'nın zencisi gözlerini İshak'tan hiç ayırmamıştı ama Muharrem çoktan Kızılca Ağa'nın yanına sıçramıştı bile.

"Ağam neden destur vermedin? Şu üç kuruşluk it böyle boyundan büyük laflar etmeye nasıl cür'et eder. Kanlı kellesini ayaklarının dibine atacaktım az bekleseydin."

"Boş lakırdıyı bırak çiroz. Korsan kadırgası mı, bezirgan mavnası mı burası? Beylik hazinesine ait bir gemide beyimizin askerini mi öldüreceksiniz? İkinizi şu direğe asmak zorunda kalmamın bana ve işimize ne faydası var?" Kızılca Ağa bunları söylerken gözünü ufuktan ayırmamıştı. Aynı şekilde devam etti. "Koca Arab'a söyle kaptan paşa'nın yanına insin, hazırlansın, gece yarısına doğru limana demir atacağız."



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder